ben

merhaba. burada üzerine iki çift laf et diye dürtüp duran kitaplar bazen de filmler hakkında yazıyorum. niyesi yok. bir çeşit not defteri işte. tutamadım kendimi, benim de edecek iki lafım var derseniz, salın kendinizi, ekleyin metnin orasına burasına. yok illa sana doğrudan yazacağım derseniz guhercile@gmail.com'a da yazabilirsiniz.

12 Mart 2011

çoğunluk ver 2.0

(Bu yazı bizim mechul ogrenci'den. Kendisinin de dediği gibi Çoğunluk konusunda bir hayli tartışmıştık. Ben oturup bi yazı yazınca -link burada- o da cevaben bir yazı yazmış. Buyrun efendim...)

Aslında filmi beraber seyretmiş olmamız, senin benim kadar etkilenmediğini görmem, belki sinema algımızın farklı olması dolayısıyla çoğunluk eleştirin hakkında bir şeyler yazmak istedim fakat araya başka bir takım işlerin girmesi dolayısıyla ilgilenemedim taa ki geçenlerde Tanıl Bora’nın ODTÜ film festivalindeki  “Vavien ve Taşra Kültürü” söyleşisinde, duyduklarım ve senin film eleştirini tekrar okumam dolayısıyla bir şeyler yazayım dedim.
 
İlk olarak Tanıl Bora’nın Vavien ve taşra ile ilgili olarak söylediklerinden Çoğunluk filmine gelmek istiyorum.Tanıl Bora taşra anlatısını Vavien  ve Çoğunluk filmini karşılaştırarak yaptı. Yani Vavien’deki kötü karakteriyle Çoğunluk’taki kötü karakterini (iki filmde de Settar Tanrıöğen oynuyor ve birisinde kötü rolünde, ne de severiz).  Bu karşılaştırma aslında taşra ve şehir kültürlerinin karşılaştırmasıydı. Yani taşra ve şehir orasınıfının (ortasınıfı daha sonra açıcam kızma hemen) karşılaştırması. İki filmde ki kötününde aslında ortasınıf olduğunu fakat birinin taşra ortasınıfı olmasından kaynaklı sadece bir kötü plan yaptığını ama bunu bile uygulamada beceremediğini, aslında köylü kurnazı dediğimiz bir saflığada sahip olduğunu vurgularken, şehirli ortasınıfın A, B, C hatta belki daha fazla planının olduğu, bu planların bir sürekliliğinin olduğu,daha acımasız, tuttuğunu koparmadan rahat etmeyen ve daha iktidar sahibi, güçlü bir kötü olduğunu görüyoruz. Bunları söylerken anlatmaya çalıştığım şey tıpkı senin bahsettiğin ve orta sınıfı ezen ezilen ilişkisinde bir yere koyma çabası. Kavramlarını biraz ortadoks bulduğum( kardeşim ben iki sınıf bilirim, işçi sınıfı ve burjuvazi derlerdi eskiden) için orta sınıfı bir yerlere sıkıştırmaya çalışacam.
İki filmde de anlatılan ortasınıfı ezen-ezilen diyalektiktiğinde bir ikiye bölünmüşlükten çok arada kalmış bir sınıf olarak düşünüyorum. Yani bu çelişkide ezilene karşı ezen taraftarı olmuş ama tam bir burjuva- aristokrat kültürüne de sahip olamamış, ezen tarafından tam kabullenilmemiş(tam anlamıyla ezen olamamış) bir sınıf. Orta sınıf karakteri ise, bu ezen sınıfa hep bir yaranma çabasından kaynaklı, ona söyleneni uygulayan, itaat eden, ezmeye çalışan ya da gördüklerine karşı ses çıkarmayan, görmezden gelen sadece kendi çıkarı doğrultusunda hareket eden ve aslında çoğunluk gibi davranan bir sınıf. Hep bir kaygan zeminde, kendine hükmedene göre rengini değiştiriyor. Dün milliyetçi, militarist olur, bugün islamcı muhafazakar. Çoğunluk olmasının sebebi ise ezen sınıf tarafından kaale alınan sınıf oldukları için onlara çoğunluk gibi davranılması. Belki onlar aslında çoğunluk değil ama çoğunluk sıfatı onlara ezen sınıf tarafından verilmiş bir görev. Yani Adorno’nun “kültür endüstrisi” kavramıylada örtüşen ve  “Günümüzde kültür herşeye benzerlik bulaştırır” da belirttiği yaratılan bir çoğunluk kültürü bu. Orta sınıf ise bu kültürün uygulayıcısı olarak değerlendirilen sınıf. Tıpkı Refah Devletleri döneminde, fordist üretim sisteminde çalışan işçilerin böyle bir göreve sahip olmaları gibi neo-liberal dönemde de orta sınıf bu kültür endüstrisinin uygulamadaki mihenk taşı. Ama zaten ortasınıf dediğimiz şey tarihsel anlamda da hep böyle bir konumda. Ama dediğim gibi senin bahsettiğin sınıf ayrımları biraz ortadoks kavramlar. Bugün orta sınıfa üretim araçlarına sahip olma hakkı da veriliyor, sınıfını bildiği sürece tabii ki.

Ya aslında senin eleştirinde en çok beni üzen şey, yönetmeni geldiği sınıftan kaynaklı olarak yerden yere vurman, acımasızca eleştirmen. Bunda biraz emeğekarşı haksızlık yaptığını düşünüyorum. Onun Bilkent’li olması iyi bir sınıf analizi yapamayacağını gerektirmez. Biliriz ki Marx, Bakunin ve bir çoğu hep aristokrat ya da burjuva sınıftandır ve düşünce yön vermiş insanlardır. Yılmaz Güney’i toplumsal gerçekçi olarak alabiliyoruz da Seren Yüce’yi niye alamıyoruz. Ben bu yaptığı ortasınıf tahlilinden dolayı onu da bu kategoriye alma taraftarıyım. Bu bir “liberal bir anlatıdır” belki bir çözüm, bir yol önermez ve “olan” ı ortaya koyma çabasındadır belki ama dil olarak “toplumsal gerçekçilik” çabasındadır kanımca.



Son olarak “öteki” meselesinde dediklerine katılıyorum. Yani resmen bütün ötekilerden bahsedicem diye bir çabaya girişmiş, pek olmamış. Oysa filmde ki kürt ve kadın ezilenleri bize yeterince şey anlatıyor zaten. Bir de filmi izlerken gerçekten bir sıkıntı hissettim, beni sarstı ve bayağı da etkiledi diyebilirim. Bir arkadaşım da şöyle dedi “Eğer filmi sinema da değil de evde izliyor olsaydım, bir kaç yerinde durdurur, bir hava alır,sigara içer öyle devam ederdim.” Aynı şeyleri ben de hissettim aslında ve şimdiye kadar böyle hissettiğim çok film yok. Çoğunluk bunlardan biri olması dolayısıyla bile başarılı bence.