ben

merhaba. burada üzerine iki çift laf et diye dürtüp duran kitaplar bazen de filmler hakkında yazıyorum. niyesi yok. bir çeşit not defteri işte. tutamadım kendimi, benim de edecek iki lafım var derseniz, salın kendinizi, ekleyin metnin orasına burasına. yok illa sana doğrudan yazacağım derseniz guhercile@gmail.com'a da yazabilirsiniz.

30 Haziran 2010

körlük

Jose Saramago 88 yaşında aramızdan ayrıldı. Ölüm haberini gazetelerde okuyana kadar Saramago benim için sadece bir kaç kitabını okuduğum, takdir ettiğim ve eğer günün birinde bir roman yazacaksam kesinlikle taklitçisi olacağım biriydi; şimdiyse yeterince hakkını veremediğim bir yazar. Aslında kitaplarının bir çoğundan haberim olsa da sadece ikisini okuyabilmişim şimdiye dek: Körlük (Ensaio sobre a Cegueira - 1995) ve Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş (As Intermitências da Morte - 2005). Hatta bir zamanlar kendime hazırladığım okunacaklar listesinde Yitik Adanın Öyküsü'nü (A jangada de pedra) de koymuşum ama okumak nasip olmamış.


İlk kez bir derste zorunlu okuma olarak verilmişti Körlük. O zamana dek pek haberimiz yoktu Saramago'dan. Gerçi yıl 1998 ya da 1999 olmalı. Yani Saramago'nun Nobel Edebiyat Ödülünü aldığı zamanlar. Yani bizim Türkiye'de basılmış bilim-kurgu külliyatını hatim etme çabasında olduğumuz zamanlar. O yüzden Körlük'ü sanki bir bilimkurguymuşcasına okumuştuk. Şimdi burada bilim-kurgu edebiyatından ne anladığımıza uzun uzun girişmeyelim; zira mevzu uzundur. O hissiyatla okumuştuk diyelim.


Politik bilincimizin yavaş yavaş şekillenmeye başladığı sıralarda Körlük'ü okumak garip ama güzel bir tesadüf olmuştu. Hadi tesadüf deyip hakkını yemeyeyim kimsenin, bunu zorunlu okuma olarak veren Hoca'nın da bir amacı varmış belli ki. İktidar denilen o mefhumla böyle zekice uğraşmak, güya olağanüstü bir dünyada bizim olağan dünyayı anlatmak, ama bunu yaparken de ince bir ironiyi tutturmak Saramago'yu bizim 'sıkı yazarlarımız' arasına sokmaya yetmişti de artmıştı bile. Körlük’te kullandığı bir kavram bile yeterliydi bizim için: Beyaz Körlük.

“Araba kullanan biri aniden kör olur ve kaza yapar”



Beyaz körlük o kadar yerinde bir metafor ki neye koysan uyacak gibi görünüyor. Aslında Körfez Savaşı olmadı diyen Baudrillard’ı alın mesela. O kadar yoğun bir bilgi bombardımanı vardı ki benim gibi o sıralarda çocuk olanlar bile sabahlara kadar oturup CNN canlı yayınının o komik simültane çevirisini dinleyip atılan bombaların isimlerini ezberliyorduk; Patriot ve Scud. Savaş evlerimizin içine girmişken (ve yurdun bazı bölgelerinde karartma uygulanıyorken ve yurdun tümünde sığınaklar hızla elden geçirilirken) aslında insanoğlu olarak da bir o kadar dışındaydık o savaşın. Ölenler ekranda ölüyorlardı, vurulan kentler (Bağdat veya Tel Aviv) sadece haritalarda işaretli yerlerdi, Saddam petrol kuyularını ateşe vermişti de defalarca kez petrole bulanmış can çekişen karabatakı izlemiştik. O Peter Arnett’in verdiği bilgiler o kadar akın akın gelmişti ki gözlerimize yurt hudutlarından 2 km içerideki trajediyi ancak oralardan kopup gelen peşmergeler sayesinde anlayabilmiştik. Yaşanılan bir körlüktü, beyaz körlük. Gördüğümüz ama görmek istemediğimiz bir gerçeklik…

Körlük de böylesi bir körlüğü konu almış bir romandı. Dünya üzerindeki herkes kör olsa ne olur? En başta ilginç hatta fantastik bir soru gibi geliyor. Oysa halihazırda da bir körlük durumu içinde yaşadığımızı düşünürsek yanıt gayet de basit: farklı hiçbir şey olmaz. Körlük’te varılan nokta bu!


Herkes kör olduğunda kent yaşamı bildiğimizden farklılaşır, insanlar değişir, düzen bozulur, kaos baş gösterir vs. Saramago’nun anlattığı belki de post-apokaliptik bir dünya gibi görünür en başta. Mal, mülk, statü, iktidar, otorite, ayrıcalıklar, yoksunluklar, her şey el değiştirir AMA yok olmaz. Bir çeşit darbe/devrim halidir. Değişmeyen şeyler de vardır tabi: meşru şiddet tekeline sahip olan ama olayı engellemeyi bırakın onu çıkarına kullanma hesapları peşinde olan devlet.


Daha sonraları Körlük, Cidade de Deus – TanrıKent ve Cidade dos Homens – İnsanKent’in yapımcı/yönetmeni ve El Baño del Papa – Papa’nın Tuvaleti’nin yapımcısı da olan Fernando Meirelles tarafından sinemaya 2008'de aktarıldı. Daha önce kitabı okumuş olanlar filmi tabi ki beğenmediler (çünkü uyarlamalar genellikle kötüdür!) çünkü “Saramago’nun kalemi ile yaptığını Meirelles kamerası ile yapamamıştı”. Bence çok acımasız bir eleştiriydi bu. Çünkü Körlük denilince aklıma bu filmden sahneler de geliyor ama, örneğin, Yüzüklerin Efendisi deyilince aklıma ilk önce J.R.R. Tolkien geliyor. Bu da benim ispat yöntemim! Neyse, Körlük’ü sahneler üzerinden anlatmak istiyordum da onun için bu kadar gevezelik yaptım. Konuya geri dönelim.


Körlük’te tüm şehir kör olurken (devlet mensupları hep azadedir zaten) sadece bir kişi Doktorun Karısı (Jullianne Moore) bu vahim hadisenin dışında kalır. Körlük salgın gibi yayılırken Doktorun Karısı sayesinde kaybolan kenti ve insanlığı izleriz. Açlık yüzünden ellerine geçen her şeyi yiyen, artık kimse görmediği için her yere sıçan insanlar, karısını, çoluğunu, çocuğunu arayanlar, yardım dilenenler, can çekişenler… Doktorun Karısı her nedense gördüğünü eşi dışında herkesten gizler ve oradaki buradaki sefil insanları bir grup haline getirerek onları hayatta tutmaya çalışır. En sonunda devlet bunları hastanemsi bir yere tıkar ve orada karantinaya terk edilirler.


Romanı (veya filmi) anlatmaya gerek yok tabi ki. Ama etkisini anlatabilirim. Romanı okuyanları toplu halde yakalayamadığıma göre bunu film üzerinden yapabilirim ancak. Genelde verilen tepkiler şunlardı: Doktorun Karısı görüyorken neden bunu kendisine kar olarak çevirmiyor? İnsanlar neden hala giyinik kalmaya çalışıyor? Diğer koğuşun ağası (Bartander – Gael Garcia Bernal) bir silah bulup yemeğe el koyunca para ve mücevher gibi değerli eşyalar istiyorlar, neden? Ne işlerine yarayacak ki? Mal mülk bitince diğer koğuşun kadınlarını istiyorlar ve diğer koğuş buna uyuyor, neden? Gören tek kişi bile neden bu tecavüzü kabul ediyor? Neden silahı öyle ya da böyle ele geçirip Bartander’i saf dışı bırakmıyor?


Doktorun Karısı görüyor oluşunu çıkar sağlamak için kullanmıyor çünkü kullanamaz. Bırakın bunu gördüğünü kimseye söyleyemez bile çünkü güvenlik kaygısı taşır. Önümüzde olup bitenlere güvenlik kaygısı yüzünden ses çıkarmayan yüzlerce, binlerce kişi gibi. Beyaz Tavşan’ı izlemeyenlerimiz gibi. Daha dün Hatay’da kekik toplamaya yaylaya çıkan köylüler terörist sanıldı diye askerler tarafından vuruldular. Buna dair nasıl bir toplumsal tepki duyduk ki Allah aşkına? Şimdi Ergenekon ayağına askere karşı az çok cılız sesler çıkıyor, ama konu edilen yine vurulan köylüler değil. Konu sadece ordu ile hesaplaşma. Görüyorken de kör numarası yapabilirsin, hepimizin yaptığı gibi!


İnsanlar birbirini görmüyorlarken hala giyinik kalmaya çalışır çünkü normlar içselleştirilmiştir. Kadınların saçını açması veya kapamasının ulusal bütünlük meselesi haline gelmesi, Alanya çarşısının bikini ile gezilmesinin yasaklanması, memurların kılık kıyafet yönetmeliği ne kadar mantıklı ise o da o kadar mantıklı işte. Bir antropolog kadın Afrika’da bir kabileye gittiğinde üzerindeki kıyafetlerle kendisini çıplak olarak hisseder ve bundan o kadar rahatsız olur ki üzerindekileri çıkarıp ateşe attığında, göğüsleri ilk kez güneşi gördüğünde ancak kendisini ‘giyinmiş’ hisseder. Hatta bununla ilgili hoş bir film de vardı: Les Textiles - Çıplak Tatil. Bu giyinik veya soyunuk olmayı bakan gözle eşitlemenin mantıksal sonucu işte.


Mücevher ve para bir görenin ne kadar işine yarıyorsa bir körün de o kadar işine yarar. Körlerin dünyasında artık paranın geçmez olduğunu düşünmek bana tutarsız geliyor. Meta değeri olmadan mücevheri (ne bileyim altını, elması, gümüşü, zümrütü vs.) görüntüsüyle birlikte hoş olarak düşünebiliriz belki. Ama onları bizim için değerli kılan şey estetik değeri değil meta değeri. Hepimiz kör olsak bu meta değeri yok olmayacak ki! Sadece o an için o değeri bir değişim için kullanamazsınız ama bu bile geçici bir şey. Yemek için Bartander'in aldığı para Bartander'in pek hoşlanmadığı ranzasını değiştirmek için bir başkasına önerilebilir pekala. Filmde böyle bir şey yok çünkü Bartander'in buna ihtiyacı yok çünkü zaten elinde bir silah var. İşte can alıcı nokta elinde kapital veya şiddet aracı varsa sen kralsın! Görenler dünyasından bir farkı yok.


Kadınları yemek alabilmek için diğer koğuşa 'gönderiyorlar'. Talep eden erkekler, talebi karşılayan erkekler, talep edilen kadınlar. Saramago Körlük'te bu kadar üzerinde durmasa da filmdeki can alıcı noktalardan biri de burasıydı. Neden Doktorun Karısı bir şey yapmıyor? Neden yapmasını bekliyoruz ki? Kadınların olabildiğince meta haline geldiği şu kapitalizmden ne farkı var ki bunun? Koğuşa giden kadınların kimisi gönülsüz olduğu için onlara tecavüz ediliyor; bazı kadınlar da gayet sevişgen (!) oldukları için habire diğer koğuşa geçip duruyorlar. İyi de bunun neresi garip? Gazetelerin internet sitelerinde saçmasapan bir sürü bahaneyle kadın bedenlerini içeren yüzlece galeri yok mu? Oradaki kadınların bir çoğu metalaştırdıkları bedenlerinden para kazanıp mutlu ve mesut bir yaşam sürmüyorlar mı?

Peki Doktorun Karısı neden bu tecavüze razı oluyor bu durumdan kaçabilecekken sorusuna bir sürü yanıt verilebilir. Bence en basit cevabı şu: korku. İçinde yaşadığımız sistemin defalarca kez tecavüzüne uğruyorken biz neden hiçbir şey yapamıyoruz da o 'gönüllü' kadınlar gibi habire gidip sistemin tecavüzüne gönüllü maruz kalıyoruz?


Dışarıda karantina altındakileri kontrol etmek için nöbette bekleyen askerler de tek tek bu beyaz körlük hastalığına yakalanıyorlar (yanlış hatırlamıyorsam filmde böyle değildi). Fakat herkes hasta olsa da karantinadakiler içeride nöbettekiler dışarıda kalıyorlar. Herkes onlara biçilen rolü oynamaya devam ediyor. Yani hiçbir farkı yok!


Saramago'yu hatırlarken bunları da hatırladım. Dediğim gibi öldğünü duyuncaya kadar onun hakkında pek de bir şey bilmiyordum. Kendisi ölümüne kadar 41 yıl Portekiz Komünist Partisinin aktif üyesiymiş. Nobel'i kazandığında bir kitap fuarındaymış ve ödül kendisine haber verildiğinde editörü ondan fuarda kalmasını istemiş. Kendisi şu cevabı ile edebiyat dünyasında saygın bir yer edinmiş: “bırakın da karıma gideyim!”. Önce yazdığı yazılar yüzünden anti-semitik olmakla suçlanmış, sonra da O Evangelho Segundo Jesus Cristo - İsa'ya göre İncil isimli romanı yüzünden fanatik hristiyanlardan tehditler alınca ve eseri Portekiz Hükümeti tarafından sansüre uğratılınca Kanarya Adaları'na taşınmak zorunda kalmış. Ölümünden sonra Vatikan'ın resmi gazetesi sayılabilecek l'Osservatore Romano gazetesi Saramago'yu 'din karşıtı ideolog' ve 'popülist bir aşırılıkçı' olarak tanımlamış. 20.000 kişilik cenazesine Raul ve Fidel Castro da çelenk göndermiş. İşte hayatımızdan gelip geçen eşsiz bir yazarın ve onun beni okuduklarımdan en sevdiğim olan Körlük'ün bende bıraktıkları. Rahat uyu Saramago.


Sinemasal Not: 


Filmde kanımca Hollywood'un en silik yüzlü aktristlerinden olan Julliene Moore'un kullanılması pek isabet olmuş. Olağandışı hadisenin sıradan güzeli. Güzeli tabi, Hollywood'dan bahsediyoruz. Olması gerektiği gibi oynamış. 


Ama öte yandan Gael Garcia Bernal'i böyle bir rolde görmek beni pek mesut etti. Pek çok kadın arkadaşım bunu kıskançlığıma yorsa da GGB'nin o temiz yüzlü, çocuksu ama romantik, has duyguların insanı karakterinin dışına çıkması ve koğuş ağası pozisyonunda bir tecavüzcüye dönüşmesi çok iyiydi. Adamcağız tüm hayatını The Motorcycle Diaries - Motorsiklet Günlükleri'ndeki o karizması ile geçirmeyecekti ya! 

Ve son olarak film gereğinden fazla didaktikti. Tamam yahu anladık, insanlar artık kimse görmediğinde ve gitmeye üşendiklerinde yerlere sıçıyorlar, üzerine basıp kayıp düşüyorlar. Bunu zoom in/out'larla göstermenin alemi ne? Görsellik bazı yerlerde konunun o kadar üzerine çıkmış ki harbiden de zavallı insanları izlemeye başlıyorsunuz. Oysa Sarmago Körlük'te bizim zavallılığımızı anlatmıyor muydu?

1 yorum:

Ümit Mutlu dedi ki...

Selam.

Önce şunu belirteyim, güzel bir yazı olmuş. İçi dolu, doğru yerlere göndermeleri var. Burayı nereden bulduğum ise ilginç. "Görmek" ile ilgili görsel ararken Google beni buraya sürükledi. O yüzden şunu göstermek istiyorum:

http://www.bakisboslugu.com/2010/09/saramagonun-korlukunu-incelemeye.html

Genelde benzer düşünceler, özellikle de filmle ilgili.

Ve gördüğüm üzere, daha çok yazmalısın. Henüz tam inceleyemedim ama, içi dolu şeyler var burada..