Bazen bir pazarlama gazıyla gidip bir kitap alasım gelir, şu adına “yaz kitapları” dediğimiz kitaplardan birini işte. Genelde de pek pişman olmam o aldığım kitaplardan. O kitap belli kriterlere uygun olduğu için pazarlanıyordur çünkü. Yayınevi neredeyse emindir o kitabın bir best seller olacağından. Hele ki Can gibi bir yayınevi bir best seller adayının tanıtımına bu kadar bütçe ayırıyorsa vardır bir hikmeti. Öte yandan okuyucu da aynı trendi takip ederse istediğine ulaşacağını bilir. Belki önce şöyle bir bakar etrafına, yüksel sokaktaki pek kalabalık kitapçıların tam karşısına arsızca stand açmış olan korsancıların tezgahlarına bu kitap ‘düşmüş’ mü acaba diye. Ne de olsa cebindeki para kıymetlidir, boktan amerikan aksiyon filmlerine sinemalarda verilen 15 lira bir türlü aksiyon yazarlarına değer görülmez nedense. Belki de sinemanın karanlık ortamlarında sevgilinin mıncıklann memesinin kitap okurken karşılığı olmamasındandır. Ve bu 15 lira o kadar değerlidir ki illa bu parayla kitap alıncaksa bu para mutlaka yüksek edebiyata veya iki gıdımlık solcu toplantılarında karşı cins(iyet)e satılacak teorik zırvalıklara harcanmalıdır. İşte öyle bir ruh haliyle tam 22 lira verip aldım bu kitabı: Karl Olsberg’in Sistem’i…
Arka kapak yazısı tatmin edici değildi ama Can yayınları referansı vardı. Konu defalarca işlenmiş ama belki de bu yüzden hak ettiği ciddiyeti kaybetmiş bir konuydu. Ya insanoğlunun yarattığı teknoloji, kontrolden çıkar ve insanlığa savaş açarsa! Kitabın kendi içinde de 2001 Space Odyssea’ya gönderme yapılmış (Ben de bir önceki konuda Arthur C. Clark’ı anmıştım HAL vesilesiyle). Ama HAL tek hücreli bir organizamaya karşılık gelen güç kaynağına hala bağımlı olan akıllı bir bilgisayarken, Pandora kendisini tüm internet ağı üzerinden dünyaya yaymış olan, bu sayede bilgisayarlardan, kamera sistemleri, cep telefonları, sinyalizasyonlar, uydular, nükleer santraller, trafik sistemleri, hatta mp3 çalarlar ve otomatik kapı ve yangın sistemlerine dek çipi olan her elektronik birime hükmetme kudretine erişmiş çok hücreli bir sistem. Pandora bu yüzden tekil değil; postmodernizmin çoğulluklarından biri (çokluk bile denilebilir belki). Aynı olması gerektiği gibi; bu sistemin tümü beyin, ve bu beynin bir beyni yok! Yani bir merkezi yok ki dünyayı kurtarmak isteyen kahramanlarımız fişini çekip Pandora’yı etkisiz hale getirsinler.
Bu söylediklerimin kitap içerisinde hiç de temel bir yeri yok. Olsberg bu konuda diyeceklerini çok-satar okuyucusu boğmayacak kısalıkta ve sıkıcılıkta Prof. Weisenberg’e söyletmiş. 400 sayfada 4 sayfa. Çok bile! Bu yüzeysellikteki bir kitap pek tabi ki o en başta bahsettiğim aksiyon filmlerinden fazlasını ifade edemiyor. Hatta kitapta anlatılan Pandora bile değil aslında. Dünyayı kurtarmaya namzet kahramanlarımızın polislerden, birinin karısından ve kayınpederinden diğerinin de tecavüzcüsünden kaçışıp durmaları. Abarttım biraz tabi ama ortada adam gibi bir kötü adam dahi yok. Aksiyon açısından dahi vasatı aşamamış bu kitap!
Ama çok satar bu kitap! İçinde teknoloji var. Nükleer bombalar, biyolojik silahlar, tank, silah, bıçak var; sonra kovalamaca sahneleri, tekne, helikopter, düşen uçaklar, kareoke yapan Japonlar, kişiliksiz ama klişe bir polis, kafası çalışan ince belli kısa siyah saçlı dahi kız, ha seviştiler ha sevişecekler denilen sahneler, kötü kapitalistler, çok meşgul biliminsanları, psikolojik sorunlu insanlar.. oo daha ne olsun. Koy içine Nicholas Cage’i, Bruce Willis’i ve aksiyon prensi Jason Statham’ı (Yanlış olmasın bu üçlünn her filmini izlemişimdir ben!). Çok iş yapar bu kitap. Tabi korsana düşerse…
Eğer fiction kitap okuma isteğiyle yanıp tutuşuyorsanız bulaşmayın bu kitaba. Gidin Dan Brown okuyun, Maxime Chattam veya Christopher Grange neyinize yetmiyor? İlla ki amerikanvari olacaksa bu işin piri Tom Clancy var, olmadı Stephen King var Peter Straub var. Bu kitabı ‘arkadaşta varsa belki’ kategorisine alıyorum. Ve Can yayınlarına da teesüflerimi sunuyorum. Sonuna kadar hadi şimdi toparlanacak, şimdi vurucu olacak dedik. Sonunda dünya barışı çıktı yahu…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder