ben

merhaba. burada üzerine iki çift laf et diye dürtüp duran kitaplar bazen de filmler hakkında yazıyorum. niyesi yok. bir çeşit not defteri işte. tutamadım kendimi, benim de edecek iki lafım var derseniz, salın kendinizi, ekleyin metnin orasına burasına. yok illa sana doğrudan yazacağım derseniz guhercile@gmail.com'a da yazabilirsiniz.

17 Haziran 2011

Kaybedenlerin Belleği - La Mémoire des Vaincus

“O zaman neden” diye başlayan bir soru hep ürkütmüştür beni. Çünkü soru en baştan sizin savunduğunuz şeyin aslında hayatta gerçek bir karşılığı olmadığını ve belki hoş ama boş konuştuğunuzu şıppadanak söyleyiverir size. Aynı zamanda da çok güzel bir köşeye sıkıştırma taktiğidir tabi. Mesela benim muhafazakar aile çevremde bu hemencecik “madem öyle, ‘o zaman neden’ halk sizin yanınızda değil?” formunu alır ve sizi yamultur. Buna ne yanıt verirseniz verin, sıçtığınızın resmidir -gerçekte sorunun biçimi yanlıştır. Olası yanıtlar ve altında okunan (1) halkımız farkında değil, bilinçsiz (1a) haa bi siz bilinçlisiniz, halk koyun yani (bkz. TKP’nin seçim kampanyası); (2) halkımız cahil (2a) haa bi siz okudunuz, çoban’ın oyuyla seninkisi bir mi?; (3) halkımız kandırılıyor (3a) haa bi siz akıllısınız, yüzde kaç dediydi Aziz Nesin?. Ya da solcu bir siyasi meclistesinizdir ve tartışma mutlaka (ama mutlaka) “madem öyle ‘o zaman neden’ hep yenildiniz?” formuyla neticelenecektir; neden enternasyonelden atıldınız? Neden Paris komünü yenildi? Neden Bolşeviklere teslim oldunuz? Neden kızıl orduya yenildiniz? Ha Kronstadt? Ukrayna? Neden İspanya’da, Katalunya’da yenildiniz? Neden 68 yenildi? Milyon tane “neden?”in ardından klişe “aynı şeyi düşlüyoruz ama… “lı bir cümle kesin. Yenilmiş olmak yenileceğinizi garantileyecektir neredeyse. Yapılanlar yapılacakların teminatıysa hangi birinize güvenelim sevgili Leninistler, Troçkistler, Stalinistler, Maoistler ve bilimum iktidar heveslisi sosyalistler. Ve dahi ezilen ulusların milliyetçileri. Ve hatta demir yumruklu komünistler. Ve de sendikacılar?

İşte aynı benim gibi hissetmiş olmalı Michel Ragon da oturmuş bu kitabı yazmış. Kendisi aslında çok bilinen bir sanat eleştirmeni ve mimarmış. Neden bu kitabı yazdığını gerçekte bilmesem de hissedebiliyorum. Bu mesele üzerine baya kafa yormuş, bulgularını roman haline getirmiş ama kişilik gelişimiymiş, karakterlerin tutarlıklarıymış konularını dert etmemiş de Ragon. Ama yazmakla da ne iyi etmiş! Ancak şu da var ki kitap o tarihsel olaydan buna koşarken sizi sanki bir günce okuyormuş hissiyatına sürükleyip bir belge’sel okuduğunuzu düşündürtüyor. Unutmamalı ki bu bir kurgu. Gerçi ben daha önce okumalarım ile Ragon’un anlattıkları arasında hiçbir çelişkiyi yakalayamadım (sadece Emma Goldman’dan bahsederken ‘o tarihte orada değildi sanki’ dedim ve pek yanılmadım). Ama birisine anarşistlerin neden hep yenildiklerini anlatmak ve bunun yanı sıra ‘kızıl’ların neden hep yenileceklerini ve ihanet edeceklerini anlatmak isterseniz uğraşmayın, bu romanı okumalarını salık verin…

Ragon Kaybedenlerin Belleği’nde o kaybedenlerin neden kaybettiklerine pek cevap vermiyor, öyle bir derdi de yok sanki, ama cevap verir gibi gördüğümüz yerde de kolay yoldan, aynı bizim gibi, kızıllar yüzünden diyor. ‘Önemli olan yenmek veya yenilmek değil, haklı olmak veya olmamak’. Tamam da, hani ‘haklıyız kazanacağız’dı? Önerme doğruysa tabi. Haklı olduğumuz için mi kazanacağız, yoksa kazandığımız için mi haklı olduğumuzu varsayacağız? Haklı olduğu için kazanılsaydı anarşistler hiç yenilmezlerdi; demek ki diğeri doğru: kazandıkları için haklı olduğunu düşünüyor bu tip Marksistler. Artık ne kazandılarsa? (Oysa işin öbür boyutu da var tabi. bkz. Terry Eagleton, Marx Neden Haklıydı? kitabı. Tahminimce, bu haklı olan Marx, o tarih sayfalarında veya bilumum solcunun dergilerinde yazılı olan kazanan Marx değil; hep bir tarafın ihmal edilen, örselenen Marx, hani şu anarşizmin teorisyeni olan Marx –bkz. Conatus dergisi).

 Ragon için önemli olan bu kızılların ihanetlerini ortaya sermek, anarşistlerin neden kaybetmeye mahkum olduklarını sorgulamak değil. Bu kahramanımız Fred’den belli. Daha çocukken kendisini bir şekilde Fransız Anarşistlerinin içinde buluyor. Bonnot Çetesiyle öyle tanışıyor. Sonra askerden kaçıp SSCB’ye gidiyor ve kendisini Bolşevik Hükümet için çalışan bir anarşist olarak buluyor –ki bu Ragon’un kitabından anarşistlerin en büyük günahı. Tüm yargısız infazlar, katliamlar, Kronstadt, Ukrayna olurken o politbüro elemanlarını naifçe vicdanlı olmaları için ikna etme çabasında.. SSCB’den kaçıp Fransa’ya gidince Durruti ile tanışıyor. İç savaş başlayınca önce Barcelona’ya sonra Madrid’e gidiyor. Hep eli kulağındaki devrimlerin ortasında buluyor kendisini. Fred’i hiç işçiler arasında örgütlenme çalışması yaparken görmüyoruz. Kendisi bir işçi, ama sadece işçiyken siyasetle pek uğraşmayan bir işçi. Yani siyasette varken hep ‘büyük’ adamlarla var. O nedenle Ragon bir anarşistin o dışarıdaki halk ile nasıl ilişkilenebileceğini, onu nasıl ikna edebileceğini dert edinmemiş kendisine. O anarşistlerin neden yenilip durduğuna bir cevabı da o nedenle yok. Olamaz da aslında. Yani Ragon bir anarşistin öyle yaptığını biliyor da neden öyle yaptığını bilmiyor gibi. Mesela Fred iç savaş süresince Barcelona’dayken gününü gün ediyor, her gün başka bir kadın militanla bambaşka fanteziler deniyor. Ama Fred gibi bu ortamların içinde büyümüş bir anarşist (doğuştan anarşist) bu kadınları pek anlamıyor. Hatta o cinsel özgürlüğü abuk bile buluyor. Neyse, anlatmayayım kitabı.

Okuyun bu kitabı. Okuyun da, roman niyetine okursanız çok şey de beklemeyin bu kitaptan. Mesela ben bu kitabı okurken sürekli olarak olayları yaşayan Fred’i değil de o olayları anlatan Ragon’u takip ettim. Yazar yarattığı karakterin öncesinde kendisini düşündürüyorsa okuyucusuna, o roman zayıftır nazarımda. Bir anarşist olan Fred ile değil de o Fred’i ve onun başından geçenleri anlatan Ragon’u izlemek gerçekten keyifli. Kitapta Volin’in Makhno’nun karısıyla yaşadığı ilişki gibi dedikodu malzemesi dahi var. O bölümü okurken E.H. Carr’ın Bakunin kitabındaki dedikoduları hatırladım da sinirlendim. Gereksizdi. hadi son bir uyarım daha olsun: bu kitap anarşizmi, anarşistleri veya anarşistlerin neden kaybedenler olduğunu anlamak için okunmaz, aynı Hans Magnus Enzensberger’in Anarşinin Kısa Yazı: Buenaventura Durruti’nin Yaşamı ve Ölümü kitabında hissedilen duygudaşlığı yeniden yaşamak için okunur. İsteyen Lenin’den, Troçki’den, Stalin’den veya sosyalistlerden neden nefret ettiğine dair bir gerekçe de bulabilir bu kitaptan, ama dediğim gibi dedikodusu bol bir kitap bu. İlla bu adamları neden sevmediğini bir türlü çözemeyen varsa bu kitabın yanı sıra, Ida Mett’in Kronstadt 1921’ini, Peter Arşinov’un Ukrayna Anarşist Hareketi Mahnovişçina 1918-1921’ini veya Maurice Brinton’un Bolşevikler ve İşçi Denetimi: 1917’den 1921’e Devrim ve Karşıdevrim kitabını okusunlar. Hiç olmadı Emma Goldman’ın Rus Devriminin Çöküş Nedenleri veya Voline’nin Rus Devrimleri adlı kitapçıklarını okusunlar. Hadi bakalım. Okuyup gelin de tartışalım…


(bu arada; kitabın çevirmeni Işık Ergüden. romanı okurken anlıyorsunuz zaten. sağolsun. yakında Işık Ergüden çevirileri diye bir okuma dizisi başlatırsam şaşırmayın. ciddiyim)

bu da bonus:


Hiç yorum yok: