ben

merhaba. burada üzerine iki çift laf et diye dürtüp duran kitaplar bazen de filmler hakkında yazıyorum. niyesi yok. bir çeşit not defteri işte. tutamadım kendimi, benim de edecek iki lafım var derseniz, salın kendinizi, ekleyin metnin orasına burasına. yok illa sana doğrudan yazacağım derseniz guhercile@gmail.com'a da yazabilirsiniz.

23 Ağustos 2010

combien tu m'aimes?

Bir bok anlamadım ama yine de sevdim diyebileceğim bir sürü film izlemişimdir herhalde. Ama bazı film vardır en başta hiçbir şey anlamadığını sanırsın ama aslında asıl meseleyi de kapmışsındır. Ya bir uyku halinde ya da tuvaletteyken (malum Türk’ün aklı tuvalette çalışırmış) ahanda şimdi anladım dersiniz. Bir çeşit aydınlanma hali. Filmi sevmenin yanında bir de bu aydınlanma haline sevinirsiniz çünkü tersi gerçekten eziyetli. Seviyorsunuz ama nedenini bilmiyorsunuz.


Mesela Bertolucci’nin Stealing Beauty - Çalınmış Güzelliğini defalarca kez izledim ben. Ve hepsinde de çok keyifli çıktım sinema salonundan. İlk izlediğimde belki de (ve muhtemelen) beni tavlayan şey Liv Tyler’ın kendisiydi. Hatta o kadar ki o zamanki celeron 266 bilgisayarımın 14 inçlik ekranını senelerce Liv Tyler wallpaper’ları işgal etmişti. Tamam filmi sevmiştik sevmesine de nedeni pek de belli değildi. Hatta sevgilimle bir kez daha izledik bu filmi. Ve bunu izlediğimizi duyan bir arkadaşımız ‘ha Liv Tyler’ın kime versem acaba diye ortada dolaştığı filmdi di mi o?’ deyince çok bozulmuş, onun kültürel seviyesinin, entelektüel birikiminin, yaşam tercihlerinin falan bu filmi anlamaya yeterli olmadığını iddia etmiştik. Ama hala neden bu filmi sevdiğimize dair yeterli ve geçerli bir nedenimiz yoktu. Hadi ben Liv Tyler’ın 19 yaşındaki o saf güzelliğine, bembeyaz sütun gibi bacaklarına ve ilk deneyimine şahit olmakla mesut idim de ya sevgilim? O da Toscana bölgesi içinde üzüm bağlarıyla çevrili bir tepe üzerindeki çiftlikte bohem hayatı süren eski hippileri görünce mi sevinmişti, ya da ne bileyim Siena kentinin güzelliği mi yetmişti, yoksa o da mı Liv’i sevmişti? Bilemedik. Ta ki bu filmi 10. kez izleyinceye dek. Nihayet o zaman anlamıştım. Bu filmi şu nedenle sevmiştim ben: Liv Tyler’in acaba “ilk” kime versem diye ortada dolaşmasını sevmiştim. Yani o arkadaşın dediği doğru ama eksikti. “İlk” önemli bir farktı ve ben bunun yıllarca farkında değilmişim. Hayatımda birçok ilkin yaşandığı dönemde başka bir ilk’i ilk kez gördüğüm birinden (Liv) görmek bu filmi sevmeme yetmişti.


---Filmde Liv Tyler'ın oynadığı karakter Lucy Harmon'muş ama önemli değil, biz tüm filmi Liv'in öyküsü olarak kabul etmiştik :)


Geçenlerde izlediğim bir film için de şimdi benzer şeyleri hissediyorum. Combien tu m’aimes? – Beni Ne Kadar Seviyorsun? Filmi izlerken eğlendim, neşelendim, yani sevdim. Ama nedenini tam da bilmiyorum (Yalan!). Biz ne kadar anlatılanlar arasında bir mantık örgüsü bulmak istesek de, nefret etsem dahi sürekli olarak sembolik çözümlemelerle çözüm yolu arasam da, “aslında yönetmen burada...” ile başlayan zilyon tane cümle kursak da hiç bi bok anlamadık.


Filmin isminden hareketle de düşündük. Acaba sevginin niceliği neyi değiştirir diye düşündük.


Mesela Charlie (Gerard Depardieu) Daniella’yı (Monica Bellucci) onun pezevenkliğini yapacak kadar çok seviyordu, onun aldığı paraya el koyacak kadar çok seviyordu, Daniela istemese de onun bedeni üstünde ritmik hareketlerle terleyecek kadar çok seviyordu, Daniela’nın özgürlüğünü François’e (Bernard Campan) satacak kadar, hatta onların mutluluğuna engel olacak kişiyi öldürüp hapse girebilecek kadar çok seviyordu.


François, Daniela’yı o kadar çok seviyordu ki, onun uğruna saat başı kalp krizi geçirip ölebilirdi, ona haftada 100,000 euro ödeyebilirdi, ölünceye dek ona para verebilirdi, hatta parası olmasa da varmış gibi yaparak Daniela’nın yanında kalmasını da yanında habire soyunup durmasını da sağlayabilirdi, onun uğruna ganstervari bir pezevenkle, Charlie’yle ağız dalaşına girebilirdi. Daniela’ya aslında yalan söylediğini, kendisinin her zamanki gibi züğürt bir memur olduğunu ama onunla yeni bir başlangıç yapmaya ne kadar hazır olduğunu söyleyecek kadar çok seviyordu.

Kasıyorum. Kasıyorum ama filmde mantıki bir bağıntı bulamıyorum.


Daniela para için rolünü çok iyi oynayan da olabilirdi, gerçekten rol yapmayan ama François’yı seven de; neticede fahişelik damarı kabarıp evi terk edip tekrar geneleve dönen de olabilirdi, pezevengine resti çekip eve, memurun yanına dönen de; kıskançlıktan çatlayan da olabilirdi, sevdiği adamı komşusunun koynuna koyan da. Daniela’dan da bir şey çıkartamadım.


Ama hala kasıyorum. Toparlarsak, elimizde kendisine piyangodan para çıktığını iddia eden bir memur var. Ama yalnız. Fahişeyi görüyor. Parası bitinceye kadar kendisiyle yaşamasını istiyor. Fahişe kabul ediyor. Ama evdeyken fahişeliği tutuyor, herifin arkadaşına memeleri elletiyor, geneleve gidip başkalarıyla yatıyor, eski aşkına yani pezevengine gidip onunla birlikte oluyor. Pezevengi memurdan para istiyor fahişenin özgürlüğünü alabilmesi için. Memur vermiyor. Ama pezevengi fahişenin ne kadar üzgün olduğunu görüyor ve o kadar çok seviyor ki onu memura geri gönderiyor. Memur parasının olmadığını söylüyor. Fahişe çok kızıyor kendisine yalan söylendiği için. Pezevengine geri dönüyor. Pezevengi de tuttuğu gibi fahişeyi memura geri getiriyor. Bu sırada fahişe arada yine başkalarıyla beraber oluyor, komşusu ıssız köşelerde memuru habire götürüp duruyor, falan filan. Anlayan beri gelsin. Uzun süre hangi sahnenin gerçek hangisinin memurun hayalleri olduğunu da düşündüm ama bulamadım. Sanırım benim hüsnü kuruntummuş.



Yönetmen Bertrand Blier. Fransız sinemasının provakatör sex-komedi filmleri yönetmeni olarak tanınıyormuş. Ama bu filmde güldük ama pek neye güldüğümüzü de pek anlamadık. Seks? Eyvallah. Provakasyon? Sonuna kadar!


Şu film Monica Bellucci manifestosudur. Kast, yönetmen, kurgu, sahne, kostümler, ışık, müzik veya sinemadaki diğer tüm ünsurlar bu filmde sadece Monica Bellucci'yi yüceltmek için varlar; 41 yaşında hala hayalleri süsleme kapasitesine sahip kadını; her ne hikmetse her daim filmlerin fahişesini, güzelliğine mahkum edilmiş bir kadını, güzelliğiyle lanetli kadını oynayan bu kadını. Bu film, biz ne kadar başka türlü anlamlandırmaya çalışsak da, Monica'nın kıvrımlarının gücünün ilanıdır. Eğer bu filmden gerçekten zevk aldıysak, dürüst olmak gerekirse, Monica'nın çıplaklığı sayesindedir. Nasıl ki Liv Tyler'ın Çalınmış Güzellik'ini yaşının getirdiği o körpelikle hatırlıyorsak, bu filmi de Monica Bellucci'nin olgun yuvarlak hatlarıyla hatırlayacağız. Ama önemli farkla; Çalınmış Güzellik sadece Liv Tyler değil ama bu film sadece Monica (Depardieu'ya rağmen hem de!) çünkü filmde başka da bir şey yok.

2 yorum:

lajvard dedi ki...

matrix'de oynayıp da meme rolüyle hatırladığım tek kişi. herhalde en çok cümle kurduğu film de asterix&obelix. gandhi olacak demişlerdi, merakla bekliyorum.

-kıskanç yaftası yememek içün not: güzel. peki çok güzel. ööööfff tanım bulamadım ki kadına.
-şu sıralar bir "thank you for smoking" kritiği görmeyi beklerdim senden.

gezenbezgin dedi ki...

ah be lajvard,

o sigarasızlık öyle bir duruma koydu ki beni, bilgisayarın başında oturamıyorum artık. buraya da işte karaladıklarımı aktarıyorum sadece.

sen de tutmuş "thank you for smoking" kritiği diyorsun :)bilmiyordum ki bu filmi. ekşi'den baktım da akşama torrent'te ararım. ama film üstüne bi sigara yakarsam artık filmi mi suçlarım, seni mi bilemem. ilkay'a hesabı sen verirsin :)